Antik Yunan tarihçilerinden Thukydides "Akdeniz halkları zeytin ve asma yetiştirmeyi öğrenince barbarlıktan çıkmaya başladılar" yazar. Euripides ise Bakkhalar oyununda şu dizeleri yazmıştır; "Odur veren zengine de, fakire de/ keder dağıtan şarabın ferahlığını" . Euripides'in dizelerinde bahsettiği "o" kişi Dionysos'un ta kendisidir. Çünkü eski bir Yunan söylencesine göre Dionysos Yunanistan'da şarabı sadece seçkin kişilerin değil, halkın her tabakasından kişilerin içebileceği bir içecek haline getirmiştir.
Söylencelerden bir an için başımızı kaldırırsak da Yunan anakarası ve adalarında herkesin alım gücünün yeteceği kadar bol şarap olduğu gerçeğine ulaşabilmemiz işten bile değildir. Bundan dolayıdır ki, büyük ölçekli ticari şarap da ilk kez Yunanlılar tarafından üretilmiş ve bağcılığa bilimsel bir yaklaşım getirenler de ilk onlar olmuştu. Tahıl üretiminin yerini de zeytin ve asma yetiştirciliğinin almasıyla birlikte, şarap Yunanistan'ın ana ihraç kalemlerinden biri olmuş ve şarap yaygınlaştıkça şarap toplumun seçkinlerinden kölelerine kadar tüm tabakalarına yayılmıştı. Bu noktadan sonra artık şarap içilip içilmediği değil, ne tür şaraplar içildiği ait olunan sınıfı simgeler olmuştu. Şaraba ulaşabilmek diğer toplumlara nazaran çok daha ulaşılabilir ve "demokratik" olsa da, şarap yine de sınıfsal ayrımları belirtmek için kullanılıyordu. Şarabın rekoltesinden çok yaşı önemliydi ve eski şarap bir statü simgesiydi. Yunanlılarda şarap içmek bir tür uygarlık simgesi olduğundan, eski şarap içmek de içen kişinin sosyal sınıfına ve ne kadar kültürlü ve eğitimli olduğuna dair izlenim veriyordu. Yunanlı şair Aiskhylos şöyle diyordu; "Şarap zihnin aynasıdır."
Bol şaraplı uzun sohbetler anlamına gelen 'symposion'lar da M.Ö.8 yıldan başlayarak Antik Yunan'daki kültürel hayatın önemli bir parçasıydı. Atinalı seçkinlerin evlerinde düzenledikleri ve yalnızca erkeklerin katılabildikleri bu içki ritüelinde, şarap bir kraterde suyla karıştırılıyordu. İçmeye başlamadan önce ilk üç kadeh ise tanrıları, savaş kahramanlarını ve tanrıların kralı Zeus'u onurlandırmak için yere serpiliyordu. Şarabı suyla seyreltmek ise yine eski şaraplara verilen değerde olduğu gibi ayrıştırıcı bir sınıfsal göstergeydi ve su katmadan içenler "barbar" olarak görülürdü. Yine hiç şarap içmemek de sek içmek kadar kötü görülüyordu. Şarabı suyla seyreltme, iyi ve kötünün karışımını, eşit ve dengeli insanı ve toplumu simgeliyordu. Yasalar kitabında karakterlerinden birinin ağzından Platon "Kullanırken önlem alınırsa, bir adamın karakterini önceden sınamak , ardından eğitmek için şarap şöleninden daha uygun ne var?.." diye yazdı. Şarap antik Yunan'da sosyal ve kültürel hayatın büyük bir parçasıydı ve kaçınılmaz olarak da toplumun tüm kesimlerine yayılmış olsa da, bir çok yanıyla da sosyal ve sınıfsal ayrımları simgelemekteydi.
Ve Roma bayrağı devralır..
M.Ö 2. yy'a gelindiğinde Romalılar, Akdeniz havzasının egemen gücü olarak Yunanlılar'ı yerlerinden etmişlerdi. Yunan şarabı M.Ö 2.yy başlarında hala Akdeniz şarap ticaretine egemendi. Şarap yapımı güneydeki Yunan kolonilerinden , Yunanlılar'ın oenotria dedikleri ve anlamı "bağlar diyarı anlamına gelen" , Roma yönetimi altında olan kuzeye doğru yayılınca Romalılar bağcılık ve şarapçılık alanında da hızla Yunanlılar'a yetiştiler. Şarap yapımı ve tüketimi ise iki kültürü birleşilen en önemli şeylerden biri haline geldi. Öyle ki bağcılık en itibarlı tarımsal faaliyetlerden biri olarak görüldüğü ve şarap uygarlığın simgelerinden biri olduğu için, başarılı seferlerden dönen Roma askerleri çiftliklerle ödüllendirilirdi. Romalı bir yüzbaşının rütbesindeki asma çubuğu da, bağcılıkla sıkı sıkıya bağlı bu kültürün askeri kuvvetini simgelediğini göstermekteydi.
Roma'da da şarap aynı Yunanlılar'da olduğu gibi toplumun her kesimine yayılmıştı. Asiller de köleler de şarap içebiliyordu. Yine Yunanlılar'da da olduğu gibi şarap bir zenginlik ve statü simgesiydi. İyi statüdeki bir Romalı iyi şarapları tanıyıp, adlarını bir kalemde sayabilmeliydi. Bir köleyle bir zenginin aynı şarabı içebilmesi düşünülemezdi bile. Dönemin zenginleri tarafından en çok bilinen ve sevilen şaraplardan biri de, bir İtalyan şarabı olan ve Campania bölgesinde üretilen Falernian'dı. Bugünkü Napoli kentinin güneyindeki Falernus Dağı'nın yamaçlarında yetiştirilen üzümlerden yapılan bu şarapların en iyisi "Faustian Falernian" olarak bilinen ve üzümleri orta yükseklikteki yamaçlardan hasat edilen Falanghina üzümlerinden yapılan şaraptı. Bu en güzel Falernian, dönemin eski şarap sevdasına uygun olarak rengi altın sarısına dönene kadar, on yıl süresince bekletiliyordu. Bu da onu doğal olarak seçkinlerin şarabı haline getirdi. Fakat açık ara tarihteki en ünlü Falernian M.Ö 121 yılına ait ve o yıl konsüllük görevine gelen Opimius'a ithaf edilen Opimian Falernian'dı. Bu M.Ö 121 vintage, M.Ö 60 yılında Julius Caesar'a servis edilmişti. Romalı bir şair ise bu altmış yılı deviren Opimian için şöyle yazacaktı "..artık içilemez halde ama ölümsüz."
Seçkinler ve zenginlerin bu gösterişli tüketimleri öyle bir noktaya varmıştı ki, M.Ö. 161'de "müsriflik yasası" çıkartıldı. Bu yasa günlük tüketilen yiyecek ve içeceklerden, eğlencelere, cenaze törenlerine kadar yapılan harcama miktarlarından, yemek odasının dışarıdan kontrol edilebilecek şekilde düzenlenmesine kadar, bazı yasak yiyeceklerin de bulunduğu uzun bir listeyi içeriyordu.
Seçkinler iyi şaraplar konusunda birer uzman oladursunlar, bu şarap piramidinin alt tarafında özellikle uzun seferler sırasında Romalı askerler tarafından tüketilen ve sirkeleşen şaraba su karıştırılarak yapılan "posca" ve şarap piramidinin en altında bulunan; şarap yapımında arda kalan çekirdek, sap ve kabuklarının ıslatılıp , ezilerek yapılmasıyla elde edilen düşük alkollü ve oldukça bitter bir tada sahip olan "lora" denilen şaraplar da vardı. Muhtelemen "lora" bugün hayatımızda olsa marketin en alt rafına bile giremezdi.
Bir ölüm kalım meselesi: iyi şarap seçimi
İşte bu sınıfsal ayrımın karşılığını bulduğu şarap piramidi de Roma tarihindeki en ünlü politikacılardan biri için bir ölüm kalım meselesi haline geldi. Mevzu bahis politikacımız ise iyi retoriği ile de bilinen Orator Marcus Antonius idi. Şimdi Marcus Antonius ve retorik kelimesini bir arada duyunca aklınıza Julius Caesar'ın ölümü ardından ünlü " Ben Caesar'ı gömmeye geldim, övmeye değil" tiradını atan Marcus Antonius gelmiş olabilir, fakat yazımızın konusu olan Orator, ünlü tiradıyla kendisinden çok daha popüler hale gelmiş Marcus Antonius'un büyükbabası olan başka bir Marcus Antonius.
Bir şarap seçimi nasıl böyle ünlü bir politikacı ve hatipin ölümünü yol açmıştı peki? Roma'nın yine o sonu gelmeyen iktidar mücadelelerinden birinde Gaius Marius, Sulla ile rekabet içine girmişti. Bu çatışma içinde tarafını Sulla'dan yana seçen Orator Marcus Antonius ise iktidarı ele geçirmeyi başaran Gaius Marius'un radarına girdi. Böyle bir anda sosyal statüsü kendisinden daha düşük bir ahbabının evine sığınan Marcus Antonius, kendisinin böyle yoksul bir evde aranmayacağından emindi. Ne var ki dananın kuyruğu tam da burada koptu. Çünkü ev sahibi böyle seçkin bir konuğa kendi içtiği şaraptan içiremeyeceğini düşünüp, kölesini iyi bir şarap almaya göndermişti. Her zamankinden çok daha iyi ve pahalı bir şarap alan kölenin seçimi satıcıyı şaşırttı ve büyük sır kolayca açığa çıktı ve haber hızlıca Gaius Marius'a uçtu. Marius bir avuç adamını Marcus Antonius'u öldürmek üzere hızlıca yolladı. Söylenceye göre eve dalan askerler Marcus Antonius'un konuşmasından öyle etkilendiler ki onu bir türlü öldürmeye kılıçları varmadı. Askerlerden çıt çıkmayınca eve bir hışımla dalan komutanları ise kılıcını çekip, Marcus Antonius'un kellesini uçurdı. Sınıfsal ayrımın kadehteki yeri Marcus Antonius'un dolaylı olarak da olsa hayatına mal oldu. Muhtemelen seçkin sınıfın imtiyazlarından yararlanmaya alışkın olan Marcus Antonius da , iyi bir şarap tercihinin bir ölüm kalım meselesi haline gelebileceğini ve kaderini belirleyebileceğini hiç düşünmemişti.
Comments